Zihnimiz, somut ve dokunamadığımız bir gerçeklikte ve beynimizle her an bağlantı içinde olan müthiş bir yapıdadır.

Beynin ve zihnin birbirine entegre olmuş o büyük potansiyelini yeterince kullanamasak bile insanın böyle mükemmel bir sisteme sahip olduğunu bilmek dahi kendisini yüce bir varlık olarak görmesi için yeterlidir. Bunu ister yaratıcıyla, ister evrimle açıklıyor olun hiçbiri bu yapının mükemmelliği gerçeğini değiştirmez.Zihnin çalışma prensiplerinden biri olan neden sonuç prensibine baktığımızda bunun ne kadar kolay çalıştığını görürüz. Neden olursanız sonuca da katlanırsınız. Bazen de bir şeylere neden olunmasına neden olup bu seferde beraber sonuca katlanırsınız. Hepimiz biliyoruz ki bir çok şeyin nedeni aynada ki görüntümüz yani biziz. Doğal olarak gelecek %90 belli aslında.

Doğru seçimleri yapıyor olmak büyük bir olasılıkla gelecekte istediğiniz noktada bulunmanızı sağlayacak en önemli argümandır. En büyük hatamızsa hayatınızı malkoç oğlu gibi yaşamaktır. Bir düşünün! Annem için, babam için, evladım için,dostum için diyerek yaptığınız ve aslında yapmayı da istemediğiniz kaç şey var hayatınızda? Malkoç oğlu filmlerde düşman öldürürken hatırlarsınız bir kaç kişi saydıktan sonra en son bu da benim için diyerek bitirir sahneyi. Sizin hayatınızda da siz sonuncu musunuz? Söylediğim şeyi bencillikle karıştırmayın lütfen! Asıl bencillik kendini yok sayıp mutsuz olmaktır. Biyolojik olarak yaşayıp manevi olarak bitap düşmüş bir insanın etrafına mutluluk vermesi mümkün müdür? Hiç elinizde olmayan bir şeyi bir başkasına verebilir misiniz? Bazen çocuklar bazı insanlara kolay alışır. Yanına gider daha rahat iletişim kurar. Bazılarının ise ne yanına gitmek ister ne de onunla beraber olmak. Prensip çok açık işte, kocaman çocuklarız hepimiz.

Sevildiğimiz, rahat ve huzurlu hissettiğimiz kişi ve mekanlara çekiliriz. Bizi sıkan, bunaltan, mutsuz eden kişi ve mekanlardan uzak dururuz. Mesela eve geç geldiği için eşine surat asan kadın aslında her geçen gün daha geç gelen bir erkek yaratmaktan başka hiçbir değişiklik yapamaz. Karım surat eder diye mi bir erkek eve erken gelmeli, onu daha fazla görmek istiyorum diye mi? Hemen hemen çoğu kadın ikinciyi seçer, birinciyi yapar. İşte size neden sonuç prensibi. Okumayı hiç sevmeyen bir çocuk, ya çok okuyan yada okumayan bir anne babanın çocuğudur. Çünkü çok okuyan, elinden kitap düşürmeyen bir ebeveyne sahip olan çocuk muhtemeldir ki kitabı, kendisiyle anne ve babası arasına girmiş bir nesne olarak görür. Kendisiyle çok ilgilenilmemektedir. Neden! Kitap yüzünden. Babasıyla top oynayamamaktadır. Neden? Kitap yüzünden. Annesi başkalarını ona örnek göstermektedir. Neden? O başkaları daha fazla kitap okumaktadır. Yani fırça yine kitap yüzünden. Böyle bir çocuğun kitabı sevmesini bekleyebilir misiniz! İste neden ve işte sonuç. Örnekleri daha çoğaltabiliriz...
     Şimdi bulunduğunuz durumu bir kontrol edin. Bu durumun sebebi doğrudan yada dolaylı siz misiniz, değil misiniz?

Beden- Duygu Prensibi'nde ise; Birazdan, yazacağım metni okuduktan sonra bir arkadaşınıza uygulamanızı istiyorum. Şimdi aklınızdan hayatınızın en güzel gününü geçirmenizi istiyorum ama öyle güzel bir an ki, o ana geri döndüğünüzde o anda yaşadığın her şeyi kişileri, mekanı, kapalı bir alandaysa dekorasyonu, açık bir alandaysa gökyüzünü, hatta o anda aldığınız oksijeni bile(imajinasyon). Ne kadar mutlu bir andı o. Dünya batsa umursamayacağınız bir an... "Hiç böyle bir anım olmadı ki " diyenler vardır belki. O zaman siz yaratın zihninizde böyle bir anı. Düşünün! En çok istediğiniz şeyin gerçekleştiği zamanı, nasıl hissedeceğinizi... Siz tüm bunları düşünürken yüzünüzde küçük bir tebessüm olmaya başladı bile. Vücudunuzda küçük bir titreme, bir heyecan, avuç içi terleme vb. Fizyolojik semptomlar...

Aynı şeyin terside mümkün. Dünyanın en kötü anıydı dediğiniz. O an'a dönün, ne durumda kalmıştınız herkesin içinde. Kimse sizi anlamıyordu, kimseye bir şeyde anlatamıyordunuz. Kendinizi yalnız, kandırılmış, terk edilmiş. O kadar kötü hissediyordunuz ki yada geleceğe dair hiçbir ümidiniz kalmamış, öylece kalmıştınız olduğunuz yerde, yada her neyse.. Suratınızın düştüğü, birden bire kaşlarınızın çatıldığını fark etmişsinizdir. İşte insan bedeni ve ruhu birbirinden bağımsız düşünülemez. Duygu bedeni, beden de duyguyu etkiler. Kötü bir anıyı düşündüğünüzde suratınız asılıyorsa, suratınızı astığınızda da otomatik olarak kötü bir duygu oluşur. Yani hem suratı asık, hemde içinde inanılmaz iyi duygular olan bir an yaşamak mümkün değildir. Gülümsediğinizde herkesin de bildiği gibi seratonin salgılarız. Mutluluk veren bir nörotransmitterdir. Yani duygularınız, salgı bezlerinizin üzerinde etkilidir. Eğer iyi ve kötü duygularla bir ilişki varsa ki, var olduğunu göstermiş olduk... Mutsuz bir anımda vücudumu mutlu bir anda ki konuma sokmayı başarabilirsem, duygularım hemen vücuduma eşlik edecektir. Kendinizi en bitkin hissettiğiniz, omuzlarınızın düştüğü, gözlerinizin yere baktığı bir anda omuzlarınızı kaldırıp, gözlerinizi yukarıya dikip ve yine ellerinizi omuz hizanızın üstüne çıkardığınızda duygu durumunuzun değiştiğini fark edeceksiniz.

Mesela, bir organımız zarar gördüğünde yada eksik calıştığında o organa bağlı duygularda değişiklik meydana gelir. Düşünce görülmez ama beyniniz zarar gördüğünde düşünceniz etkilenir. Aynen burada olduğu gibi. Örneğin, karaciğeriniz rahatsızsa öfke sorunu, böbrekleriniz rahatsızsa özgüven,güç ve iktidar sorunu yaşarsınız. Yani bedenin verdiği her arıza bir mesajdır. Zihin, beden ve ruh aynı gemide yolculuk yapan yolculardır. Birbirlerinden bağımsız incelenmesi batı tıbbının en büyük hatasıdır. Batı tıbbı hastalık üzerinde durup hastalığa tedavi ararken, doğu tıbbı hastanın üzerinde durup hastaya tedavi arar.

Batı tıbbı hasta yoktur, hastalık vardır derken; doğu tıbbı,hastalık yoktur, hasta vardır der. Peki bunların hangisi doğrudur? Eğer hastalık olsaydı aynı hastalığa yakalanmış insanlardan %50'si iyileşip, %20'si sabit kalıp, %30'u ölmezdi. Eğer sorun hastalık olsaydı hepsinde aynı sonucu verirdi. Peki aynı rahatsızlığa karşı farklı tepkilerin olmasının nedeni nedir? İşte burada zihin ve beden prensibi ortaya çıkar. Bir hasta bütün duygusuyla ve benliğiyle iyileşmeyi arzu ederken,içindeki yaşama sevincini hayata geçirirken, tecrübe de bu duyguya eşlik eder ve iyileşebilir. Diğeri ise, ölüme hazırlanıp hayatının geri kalanını depresyonda geçirmeyi tercih ettiği için yine beden bu duyguya eşlik eder ve ölüme biraz daha yaklaşır. Aksi halde bu çelişkiyi açıklayamazsınız. Ezcümle, bedenin pozisyonunun duygu üzerinde ki etkisi tartışılmazdır. Askerde sizi hazır olda bekletenler sizden yaratıcı düşünce beklemezler. Zaten insan hazır olda iken nasıl yaratıcı olabilir ki! Hiçbir bilim adamının herhangi bir keşfi hazır olda yaptığını gördünüz mü? Hadi biraz düşünelim...