Olayın kahramanı, “Bin Parça” Ahmet Paşa olarak tanınan Hezarpare Ahmet Paşa’dır. İsmini böyle bir lakapla anılmasının nedeni, onun halk arasında dehşet uyandıran bir ölümle infaz edilmesidir.
Tarih kitaplarında bu hikayeyi pek bulamazsınız, çünkü bu olay genellikle “üçüncü sayfa haberleri”ne benzemez. Ancak Ahmet Paşa’nın ölüm hikayesi, dönemin Osmanlı toplumunun çarpık yönlerini ve iktidarın keyfi kullanımını sergileyen bir ibretlik bir hikayedir.
Hikayemizin geçtiği döneme gidelim. 1600’lerin başı, Osmanlı Devleti’nin gerileme dönemlerinden biridir. İç karışıklıklar, askeri yenilgiler, isyanlar ve saray entrikalarıyla sarsılan bir devletin başında Sultan İbrahim bulunmaktadır.
Sultan İbrahim, 1648 yılına kadar sadece 8 yıllık bir saltanat süresi yaşamıştır. Şehzadelik döneminde kardeşlerinin öldürülme korkusuyla büyümüş ve bu travma onun ruh sağlığını olumsuz etkilemiştir. Döneminin sorunları ve iç huzursuzluklar, İbrahim’i zorlu bir dönem yaşamaya zorlamıştır.
Sultan İbrahim’in, “Deli İbrahim” lakabıyla anılmasının nedeni, davranışlarının dengesizliği ve akıl sağlığının sorunlu olmasıdır. Bu dönemde, onun için sarayda etkili bir figür olan annesi Kösem Sultan büyük bir rol oynamış ve hatta sarayın gerçek bir lideri gibi davranmıştır.
Sultan İbrahim, büyük miktarlarda para harcamış, haremde sekiz cariyeyi haseki yapmış ve bu cariyelere ayrı ayrı harcamalar yapmıştır. Ancak Ahmet Paşa’nın döneminde dikkat çeken sadece bu lüks harcamalar değildi.
Ahmet Paşa, yazı yeteneği sayesinde defterdarlık görevine getirilmiş ve ardından sadrazam olmuştur. Sadrazam, padişaha en yakın kişi olarak büyük bir güce sahiptir. Ancak bu dönemde Ahmet Paşa’nın, özellikle saray harcamalarını artırmak için padişaha samur kürk ve amber gibi lüks malzemeler talep ettiği bilinmektedir.
Ahmet Paşa, padişahın gözü önünde cesurca harcamalar yapmış, rakiplerini şaşırtmış ve padişaha yakınlığıyla dikkat çekmiştir. Ancak bu harcamalar için vergiler toplamış ve zenginlerin mallarına el koymaya başlamıştır. Hatta Sultan İbrahim’in henüz iki yaşındaki kızıyla evlenmiş ve bu evlilikle saltanatta kalıcılığını sağlamayı amaçlamıştır.
Ancak işler kısa süre içinde değişmiştir. 1648’de Kapıkulu Ocağı’nın ağaları, bu samur ve amber vergisine karşı ayaklanmış ve Ahmet Paşa kaçmak zorunda kalmıştır. Ancak Ahmet Paşa, gizlendiği yerde bulunmuş ve Şeyhülislâm’ın fetvasıyla boğularak öldürülmüştür.
Ahmet Paşa’nın cesedi ise vahşice parçalara ayrılmış ve yaşlı insan etinin ve yağının eklem ağrılarına iyi geldiği iddiasıyla halka satılmıştır. Bu olay sonucunda yeniçeriler büyük bir servet elde etmiştir.
Ahmet Paşa’nın dönemi, iç karışıklıklar, rüşvet skandalları, lüks harcamalar ve yönetim zaafıyla dolu bir dönemdi. Ancak bu trajik ölüm şekli, halktan alıp kendi cebine attığı her kuruş için ağır bir bedel ödemesi olarak hatırlanır. Sonuç olarak, kimse bu tür bir cezayı hak etmezdi, ancak o dönemin Osmanlı toplumunun ve iktidarın karmaşıklığını yansıtan bir hikayedir.
